"Yılanın başı mutlaka her şart ve ahvalde ezilmeli. Yılan, yaşama hakkını bizi sokmamış olmasından almamalıdır."
Ne güzel özetlemiş "mücahid" İsmet Özel. 

Fakat biz ömrü hayatımızı hep "bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" cümlesi üzerine kurmuşuz. Hep "neme lazımcılığın" kaynağından doldurmuşuz mataramızı.
"El ne der" adlı puta tapıp, maaşımızı vereni rızkımızı verenden üstün tutmuşuz.
Yavaş yavaş verdiğimiz bu tavizler neticesinde 1 doların 1 Türk lirasından hem değerli hem de kıymetli olduğuna iman etmeye başlamış veya iman ettirilmeye zorlanmışız.
Hatta ve hatta başkalarına "müstemleke" olmayı bile kendimize yakıştırabilmişiz.
Yahut çok çabuk mukayese haline getirmişiz devletimizi. Öyle bir mukayese ki akıl alır gibi değil. Yerin dibine sokabildiğimiz kadar sokmaya çalışmışız. Kişilere duyulan öfkemiz o denli büyümüş ki içerimizde devletimizin birliğini ve dirliğini düşünemez olmuşuz. 
Neden mi?
İşte yazımın başında bahsettiğim o yılanın başını daha küçükken ezmediğimiz için. Görmezden geldiğimiz için.
"Aman ne zararı dokunacak bunun" deyip kenara bıraktığımız için.
Ve hatta beslediğimiz için... 
Eğitimimiz, yaklaşık 70-80 yıldır maalesef kendi koynumuzda büyüttüğümüz bir yılana dönüşmüştür.
Çatallı dilinin bir yanı siyonizm diğer yanı emperyalizm adlı bir yılan. Öyle ki, bu yılanı büyüttükçe kendi yurdumuzda özbeöz vatanımıza ihanet eden danışmanlar, milletvekilleri, bürokratlar, amirler, memurlar...
Velhasıl her zümrenin içerisinde var olabilecek şekilde hainler yetiştirmişiz, yetiştiriyoruz.
Firavunun sarayında Musa'lar yetiştiren bir dinin mensupları olarak "Hira mağaralarında firavunlar, Ebû cehiller yetiştirmeye başlamışız." 
Ve maalesef korkum o ki yetiştirmeye devam etmekteyiz...
En başlarında başını ezmediğimiz, hatta alıp da bizzat beslediğimiz bu yılan büyüdü ve "z kuşağı" diye adlandırdığımız (asla kabul etmediğim bir isimlendirme)
Bu özü sözü bir olan gençliğimizi, istikbalimizi çoktan zehirlemeye başlamış bile. 
Şimdi ise 70-80 yıl önceye gitme durumumuz olmadığına göre, içinde bulunduğumuz durum ve ahvalin şartları çerçevesinde derhal tedbirimizi almalıyız. Ya bu yılanın dişlerini sökeceğiz ya da tümden öldüreceğiz. Eğitim sistemimizde derhal değişikliklere giderek ezberci yaklaşım yerine mantığı, 
yazılı sınav yerine uygulamayı, 
yazılı tarih yerine yaşanılan tarihin öğretilmesini, 
sadece tabelasının olduğu laboratuvarlar yerine içerisinde hemen hemen her ders çalışmaların, deneylerin yapıldığı bir gelişim alanlarının olmasını, 
yazılı notunun olmadığı beden eğitimi, müzik, resim derslerinin olmasını ve gerçekten yetenekleri ortaya çıkarabilecek bir çalışmanın yapılmasını, ilim ve fen alanındaki çalışmaları artırmayı ama bu gayret ve çaba içerisindeyken gönlümüzü de milli duruş, milli görüş, milli bilinçten bir saniye bile ayrı tutmadan yaptığımız çalışmaları önce kendi ulusumuz daha sonra ise tüm ulusların menfaatleri doğrultusunda yönlendirmeyi, yönlendirilmesini tercih etmeliyiz. 

Saydığımız bu maddeler muhakkak bir rapor oluşturması değildir. 
Olmaz da.
Lakin bizim asıl sorunumuzun tek çözümü ya ıslah etmek ya da kökten çözmek. 
İşte bu şartlar doğrultusunda yukarıda saymaya çalıştığımız maddeler de bu asli sorunumuzun çözümü için elzem olan maddeler.
Aksi halde mi?
Bu yılan büyür, yılanın da yılanları olur. Bir sonraki ıslah çalışmalarımız ıslah çalışmasından ziyade kök kurutulmasına kadar gidebilir. Yol yakınken istikbalimizin zehirlenmemesi adına ivedilikle ıslah çalışmaları başlatılmalıdır. 
Ne mutlu istikbali düşünüp milli duruş ve milli görüş çerçevesinde haksızlığa karşı durana. 
Ne mutlu Firavun'a karşı durmakla yetinmeyip Musa'nın da yanında olanlara.
Ne mutlu bizden sonra bu bayrağı dalgalandıracak nesilleri yetiştirenlere, yetiştirenleri destekleyenlere. 
Ne mutlu sokağı için, mahallesi için, caddesi için, ilçesi için, ili için, ülkesi için, milleti için, devleti için taş üstüne bir taş koyanlara, "milli" eğitim için gece gündüz çalışanlara, koşturanlara... 

Kusurumuz olduysa affola.