21. yüzyılın, şüphesiz bizlere getirdiği birçok şey bulunmakta.

21.  yüzyıl dünyasına bakıldığında bir önceki yüzyıllara göre hemen hemen hayatın her noktası değişime ve yeniliğe uğramıştır.

İnsan merkezli yönetim, insan yaşamına endeksli teknoloji gelişimi ve de insanlığın beklentilerine cevap vermeye hazır uygulamalar ön plana çıkmıştır yahut çıkarılmıştır.

Velhasıl alet, araç, gereç, teknoloji, bilim vs.

Hemen hemen her şey o kadar çok gelişmiş ki hizmet etmek için oluşturulan insan ve insanlığın bile birkaç adım ötesine kadar ilerlemiş.

Buna rağmen insan hak ve hürriyetlerini, insan beklentilerini öteleyen tutum ve davranışlar da en az yukarıda bahsettiğim gelişmeler kadar ilerlemiş durumda.

Görevde olanlar bu gelişime ayak uyduramamakla kalmayıp aynı zamanda asıl amacı insan ve insanlığa hizmet olmasına rağmen sergilediği tutum ve davranışlarıyla insan ruhunu aşağılamakta ve de toplumu gitgide örselemekte.

Kişi sahip olduğu makam, görev ve yetkisini insana hizmete etmeye değil de kendisine, çevresine ve de daimi bir şekilde o koltukta oturmaya hizmet etmeye kullanmaya başlayınca hizmet yerini zulme çeviriyor. Ve zulüm arttıkça üç beş kişinin yaptığı zulüm ile millet ve devlet arasındaki bağ gitgide kopuyor.

Nizamülmülk, Siyasetnamesinde bir devletin hangi vasıfları üzerinde toplarsa payidar olabileceğine dair uzunca izahlarda bulunur. O'nun bastıra bastıra üzerinde durduğu konu, devletten ziyade insan, insana hizmet ve adalettir.

Zira insan olmadan devlet kurulamaz, yönetimde adalet olmazsa da devlet yaşayamaz.

Bu sebeple devlet için insana, devletin bekası için ise adalete mutlak bir şekilde ihtiyaç vardır.

Adaletin olduğu yerde liyakat vardır.

Adaletin olduğu yerde hizmet vardır.

Adaletin olduğu yerde nizam ve intizam vardır.

Adaletin olduğu yerde hakikat vardır

Adaletin olduğu yerde halk vardır.

Adaletin olduğu yerde hak vardır

Adaletin olduğu yerde devlet vardır.

Bu sebepledir ki “şeriatin kestiği parmak acımaz” sözü bizatihi bizim milletimiz için dillere pelesenk olmuştur.

Her ne kadar şuan için şeriat kelimesinin anlamı zihinlerde farklı çağrışımlar yapsa da…

Velhasıl bizler devletin asıl olarak millet için var olduğuna inananlarız. Ve de bu minvalde her daim isteriz ki;

Hak olsun,

Adalet olsun,

Devlet kademesi dürüst olsun,

Liyakat sahibi olsun,

İşini layıkıyla yapsın

Vs.

Fakat aynı durumları kendimiz tarttığımızda durum tam da tersine dönmekte maalesef.

Başkalarından istediğimiz şeyleri kendimiz yapmaz yapamaz olmuşuz.

Başkalarına saatlerce verdiğimiz vaazların bırakın tamamını bir harfini bile gönlümüze, yüreğimize nakşedememişiz.
Torpili, ilk olarak kendimiz yapmaya başlıyoruz.

Bir yerden sıra alacağımız zaman hiç beklemeden hizmet alabilmek için hemen birilerini araya sokma telaşına giriyoruz.

Yani velhasıl balık baştan kokar derken buradaki baş kelimesinin halk olduğuna yani bizlerin olduğuna inanıyorum.

Zira bizler bu düzen içerisinde hak ve adaletten ayrılmasak üst yapılarımız da bizlere göre şekillenecektir.

Bizler toplum olarak bir şeylere dur diyebilsek, kendimize bir hiza çizebilsek, doğruya doğru yanlışa yanlış diye haykırabilsek, “aman neme lazım” demeden her haksızlığın karşısında arkamıza bakmadan dik durabilsek, bu haksızlıkları haykırırken aramıza karışan fitne tohumlarını daha filizlenmeden kurutabilsek ne makamına vardığımızda bizi örseleyecek bir dille karşılaşırdık ne de liyakatsiz, torpil merkezli bir yaşam yerine dönüşürdü vatanımız.

Bizim bir büyük sıkıntımız da doğruya doğru, yanlışa yanlış desek bile aynı doğru ve yanlış bizlerin kapısında cereyan ettiğinde bir anda kemküm ediyoruz.

Meşhur bir kör kadı hikayesi vardır…

Adam komşusunu kadıya şikâyet eder.

Kadı şikâyetin sebebini sorar.

Davacı da, “Efendim komşum çok doğru söylüyor” der.

Kadı, “İyi ya kardeşim, herkes doğru söyleyeni arar. Sen neden doğru söyleyen komşundan yakınıyorsun?” diye sorar.

Davacı, “Efendim çok doğru söylüyor, sözleri beni rahatsız ediyor” diye karşılık verir.

“Pekâlâ” diye cevap veren kadı, çok doğru söyleyen davalıyı mahkemeye çağırır.

Kadının bir gözünde ak vardır yani yarı kördür.

Davalı, içeriye adım atar atmaz kadının gözünü görür ve, “Esselamu aleyküm kör kadı” der.

Kadı: “Vallahi ben doğru söyleyeni severim ama bu kadarı da fazla.”

Velhasıl bizlere gelince çoğunluk olarak tepkimiz “bu kadarı da fazla” diyerek geçiştirmeye, adaletten kaçmaya çalışıyoruz.

Ne mutlu adaleti eğitimden başlayarak hakim kılanlara!

Ne mutlu öğretimden ziyade eğitime odaklananlara!

Ne mutlu kendi hakkını gözettiği gibi karşısındakinin hakkını da gözetenlere!

Ne mutlu gereksiz tartışmalardan kaçınıp insan ve insanlığın hizmetine kendini adayanlarına.

Zira unutulmamalıdır ki “Bizans çökerken meleklerin dişi mi erkek mi olduğu tartışılıyordu.”

Kusurumuz olduysa affola!