Rivayet odur ki;
Hazreti Süleyman bir gün yine uçan halısına binmiş ve etrafı gezmeye başlamış. Gitgide yukarı doğru çıkmış. Yukarı çıktıkça, etrafa bakarak bir an için neler yaptığını, neler başardığını düşünmüş. Düşünceye dalmasıyla beraber ayağının altındaki uçan halı eğilmeye başlamış.
Halının eğildiğini gören hazreti Süleyman, halıya dönerek,
"Halı doğrul!"
Diye emretmiş.
Emirle beraber duyduğu emrin aksine halı biraz daha eğilmiş.
Hazreti Süleyman tekrar "Ey halı! Emrimdesin doğrul" demiş.
Halı bu emirle beraber yine biraz daha eğilerek hızla aşağı doğru inmeye devam etmiş. 
Tam düştü düşecekken
Hazreti Süleyman tekrardan halıya seslenmiş
"halı sana emrediyorum doğrul"
Bir anda halıdan cevap gelmiş
"Ey Süleyman asıl sen doğrul! Hiçbir şeyi kendinden bilme"
...
İşte efendiler durumumuz bu.
Hiç kimse Süleyman değil!
Hiç kimsenin altında uçan halısı yok!
Lakin herkes her şeyi kendinden biliyor.
O kadar ben merkezli bir topluma dönüşüyor, o kadar her olan şeyi kendimize bağlıyoruz ki mesela dışarı çıktığımızda bir anda yağmur yağsa
"Bak görüyor musun dışarı çıktım yağmur yağdı" diyoruz. 

Hava soğuktur kalın kalın giyinip çıkarız o sırada tesadüfen güneş çıkar...
"Bak işte sırf kalın giydim ya, bugün de güneş çıktı" diyoruz. 

Bir çocuğun büyümesi gibi gözümüzün önünde büyüyen ekonomik krizi gör(e)meyen yeni evlenecek çift
"Evleneceğiz ya tam da bize denk gelir bu tarz şeyler. Her şey iki -üç kat arttı" demeye çoktan başlamıştır bile. 

Üniversite sınavına hazırlanan gençlerimiz derslerine çalışırken karşılarına çıkan her "çıkmış" soruda "Bizim şansımız yok ki bize bu kadar kolay sormazlar" der.. 
Velhasıl herkes
Der...
Der...
Der...
Her şeyi herkes kendinden bilir.
Her şeyi herkes kendine yorar.
Her şeyi herkes "ben" merkezli eteğinde toplar.
Mesela halktan herhangi biri bir devlet makamına gider de halini arz ederken saygıdan kırk şekle bürünür.
Fakat karşısındaki kişi o saygıyı kendinden bilir.
İşte bu durum maalesef iliklerimize kadar işlemiş durumda.
...
Kişilerin, koltukları dolduramadığı bir toplumda koltuklar, kişileri toplum içerisinde bir üst statüye çıkaran basamaklar haline gelmiş.
Lakin koltuklarından aldığı yetki, unvan, saygı ve sıfatla etraflarına emirler yağdıranlar maalesef öyle bir an gelir ki koltuğun bir an titremesiyle özlerine dönerler. Ve o "an" hakkı gözetmeye başlarlar.


Ama "maalesef ki insanoğlu unutmakla meşhurdur"
...
Diyeceğimiz odur ki;
Bizler istikbale darbe oluyor dedikçe kimse çıt çıkar(a)mıyor.
Bizler "yahu gençlerimiz elimizden kayıyor, baba ile çocuk, iki farklı çağın insanı gibi birbirine bakıyor" dedikçe makam kapıları kırk kilitle kapanıyor.
Bizler "zihinlerimiz, istikbalimiz, gençlerimiz uyuşturuluyor" dedikçe 
"Görmüyorum"
"Bilmiyorum"
"Duymuyorum" lar çoğalıyor.
Makamlar her zamanki gibi kendisine faydalı olan, bolca reklamı olan, onların halk nezdinde piarını yapacak yararlı veya yararsız hatta ve hatta belki de zararlı işlere yöneliyor. 
Ancak!
Bilinmeli!
"Devlet" hazreti Süleyman,
İstikbalimiz olan gençler ise Hazreti Süleyman'ı yükseklere çıkaran halı gibidir. 
Bizler eğri iken halıya durmadan "doğrul" demek nafile. 
Bizler doğrulmadıkça hep tepe aşağı doğru hızla çarpacağımızı bilmeliyiz.
Bizler doğrulmadan,
Bizler adaletle davranmadan,
Bizler insanı insan yapan değerlere uygun bir şekilde hareket etmeden ne istikbalimizi elimizde tutarız ne de gelecekte bu vatan sancağını daha yükseklere taşıyabilecek yegane kişiler olan gençlerimize bir yol gösterebiliriz.
İyisi mi hep birlikte bir olarak hareket edelim
Her şeyi kendimizden bilmek yerine hiçliğimizi kabul edelim.
Hep birlikte hiçliğimizden "bir" olalım.
İşte o zaman göreceğiz ki ne bugünümüz ne de yarınımız karanlık olacak.
Anne, baba, evlat...
Hiçbiri gelecek kaygısı yüzünden birbirini görmezden gelmeyecek.
Hiçbiri geçim kaygısı yüzünden birbirlerinin gönüllerini terk etmeyecek.
...
İstikbalimiz olan gençler mi?
İşte o zaman onların başı dik bir şekilde hep fezaya doğru kararlılıkla hareket edeceklerine şahit olacağız.
Ama her şeyden önce
DOĞRULMAMIZ LAZIM!
DOĞRU OLMAMIZ LAZIM!
Kusurumuz olduysa affola.