Günün birinde sultan, gecenin en tenha olduğu bir zaman diliminde şehrin en işlek yolunun tam ortasına bir taş koydurur ve gelip geçenlerin ne yapacağını merak ederek bekler.
Taşın önünden geçen vezir şöyle bir taşın etrafında bir kaç tur attıktan sonra
"Allah Allah yolun ortasında bu taşın ne işi var. Hemen gideyim de sultana söyleyeyim. Bu taşı buradan kaldırmak için birilerini görevlendirsin." diyerek taşın yanından yürür geçer. 

Ardından taşın yanına komutan gelir. O da aynı şaşkınlıkla "Allah Allah yolun ortasında bu taşın işi ne? Kim koymuş bunu buraya? En iyisi vezirin yanına gideyim de bu taşı buraya kimler koyduysa nasıl cezalandıracağımızı belirleyelim" diyerek taşın yanından ayrılır. 

Bir zaman sonra ise sırtında küfeyle geçen bir köylü taşı görür ve "Allah Allah yolun ortasında bu taşın işi ne? En iyisi bunu buradan kaldırayım da kenara koyayım" diyerek sırtındaki küfesini kenara koyup taşı oynata oynata kenara götürür. Taşı kaldırırken dikkatini bir şey çeker. Bir kese vardır taşın altında. Keseyi açtığında içinde altınların olduğunu görür. Ve de altınların yanında bir kağıt vardır. Kağıdı açtığında şöyle bir notun yazdığını görür...
"mükafat, elini taşın altına koyabilenlerindir." 
Şimdi efendiler! 
Çağımızın en büyük sıkıntısı maalesef işte tam da buradaki hikaye gibi.
Vezir, birilerini görevlendirip emir verme derdinde... 
Komutan, en başından cezanın nasıl olacağını karar verme derdinde...
Hiç kimse taşı kaldırayım derdinde değil. Maalesef bir tek taşı kaldırmaya çalışanlar bu hikayeye benzemiyor.
Taşı yerinden oynatmaya çalışanlar, günümüz toplumunda hep dışlanmakta, taşı kaldırmaya çalışanlara çoğunlukla hep yan gözle bakılmakta.
Geçtik mükafatı falan ilk olarak taşı kaldırmaya çalışanlar cezalandırılmakta...
Her yazımda acizane vurgulamaya çalıştığım durum tamamen bu şekilde. Herkes sorunları direkt haykırabiliyor.
'Ki bazıları üç maymunu oynuyor buna da alışığız.' 
Herkes kendi penceresinden karşısındaki pencerenin kirini görmeye çalışıyor.
Lakin ilk göreceği şeyin aslında kendi penceresinin camı olduğunu es geçiyor... 
Çocuklar;
"ailem beni hiç anlamıyor, hep eski kafayla bakıyor" diyor. 
Anne-baba;
"Çocuklar eskiden dinliyordu, şimdi nerde bizim sözümüzü dinleyecekler". 
Öğretmenler;
"Bizim zamanımızda böyle miydi? Öğretmenin karşısında saygıdan çıt çıkarmıyorduk. Öğretmenimiz dövse bile ailemize bir şey diyemiyorduk. Olur da bir şey demeye kalksak bile bir de babamız dövüyordu. Ama şimdi öyle mi nerdee"... 
... diyerek herkes sorunu karşısındakinde arıyor.
Temelimizdeki bu sorun tepemize kadar aynen devam etmekte oysa.
Bir şeyleri bir türlü halledemiyoruz. Söylenmekten iş yapmaya fırsat bulamıyoruz.
Bir şeylere kızmaktan, küfretmekten kendimizi düzeltmeye zamanımız olmuyor.
Herkes o kadar "tam" ki kimsenin "eksiği" yok.
Lakin toplumsal sorunlarımız, çöküşlerimiz gitgide artmakta.
Maalesef "herkes, birbirinin şeytanını taşlamaktan kendisi için bismillah demeye vakit bulamıyor" herkesin şeytanı kendisine melek olmuş durumda... 
Biz yine de durmadan haykıracağız! 
Durmadan vurgulayacağız! 

İstikbalimiz olan gençlerimizi bir an bile olsun yalnız bırakmadan onlarla beraber tüm bu sorunları bir bir halledeceğiz. 
Güzel günleri yüklediğimiz o omuzlardan al sancağını dalgalanmaya devam edecek.
Yolumuzun üzerine konulan tüm taşları teker teker kaldıracağız! 
İstikbalimize yapılmaya çalışılan bu darbeyi hep birlikte bertaraf edeceğiz!
Ya elinizi taşın altına koyun ya da taşın üzerine oturmayın!
Aksi halde mi!
Çö-zü-le-ce-ğiz!
Kusurumuz olduysa affola.